Geçtiğimiz günlerde kutlama ve hatırlamaya çalıştığımız “Engeliler Haftası” sadece bir gün yapılan kutlama ve verilen fotoğraf bozları ve sonrasında unutulmaya başlayan işte engellilerimiz ve özellikle o Engellilerin aileleri tarafından yaşanan acı sözler. “benden sonra ne olacak?”
Bana göre üzücü, kederli, acının paylaşıldığı günler yaşadık. Böyle zamanlarda, “acıdan başka paylaşılacak bir şey yoktur.” Düşünürsek: “Ateş düştüğü yeri yakıyor” sözü, gerçek olsa da, ülke ve toplum olarak hep yastayız. Allah’tan gelene bir şey söylenmez ama mutlaka o insanlarımıza daha çok önem vermek ve hep onların hayatlarını kolaylaştıracak, yanlarında olacak işler yapmalıyız…
Bir Engelli Kadın Kardeşimizin hasta annesi ağlıyor.
“Öleceğime üzülmüyorum, engelli kızıma kim bakacak, ona benden başkası bakamaz. Tek derdim budur” diyordu. İçim burkuldu ve gözyaşlarımı gizlemeye çalıştım. Karşımdakini üzmemek için.
Bir an kalbimin sıkıştığını, nefes almakta zorlandığımı hissettim.
3 Aralık, Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Engelliler Günü” olarak kabul ediliyor. Sloganlar, sosyal medya paylaşımları, göstermelik konuşmalar, kabuller, verilen sözler, geldi geçti…
Engellilerin, yaşamlarını normalleştirme ve hayatlarını idame ettirme sıkıntıları sürüyor. Yüzeysel, günlük çözümler ısrarla tercih ediliyor. Bakış açısı çok önemli, hiç kimse onların neler yaşandığını, neler beklediğini bilmiyor ve de anlamıyor. Hele engelli aileleri, tek başlarına, kendi imkânları ile sorunları çözmeye çalışıyorlar.
Yapılabilecekler, bir yere kadar, gerisi sabır ve zamana bırakılıyor…
Devlete düşen, kurumların, belediyelerin, özel kurum, kuruluş, şirketlerin, yapması gereken görevler var. Elbette zorla değil, toplumsal birliktelik adına yapmak. Ülke vatandaşı herkesin, kimseden bir farkı, eksikliği veya fazlası olmadan, aynı yaşam şartlarına, aynı kamusal ve özel hizmetlere ulaşması gerekmektedir...
Bu hizmetler devlet olmanın, devlet yönetmenin, topluluk değil, toplum olmanın ana temelleridir. Toplumsal bilinçte bile hala daha tartışma noktasındayız. Hala daha engelliler için ayrılmış park yerlerini korumaktan, saygı duymaktan aciz insanlar görüyoruz.
Kamusal binalar başta olmak üzere, hizmet binalarının genelinde, engelli girişi, asansör, kolaylık sağlayacak bir uygulama yoktur. Olanlarda çok nadir, genele yayılmamıştır…
Toplu taşıma da az ve sürekli birilerine bağımlı olmak. Sağlık ve eğitim haklarında öncelik tanınmıyor. Hala köylerde ve ilçelerde Anne sırtında okullara taşınıyor. Tam bir eziyete dönüştürülmüş, sağlık, kurul, muayene sıkıntıları yaşanıyor. Ziyan olan çocuklar, gençler, insanlarımız var…
Okumaya, çalışmaya aç, çalışkan, çaba gösteren, kendini geliştiren, kendi ayakları üzerine, engeline rağmen, başkalarıyla yarışan gençlerimiz var. İşte burada ailelerin ortak kaygıları akılları zorluyor. “benden sonra ne olacak" sorular ve endişelerin peşi bitmiyor…
Konuşamayan, yürüyemeyen, görmeyen, duymayan, ihtiyaçlarını anlatamayan, insanlarımız var. Verilirse alıyor. Yemek verilirse yiyor. Su verilirse içiyor, savunmasız. Aileler, çocuğunu, evladını, gözü arkada kalmadan, güvenerek, hayatı boyunca iyi bakılacağına inanarak, emanet edeceği, devlet kucağı, bakım, rehabilitasyon merkezlerinin çoğalmasını istiyor…
Her bölgede özel yaşam evleri, bu işe katkı koyabilecek, gerçekten insan ve vicdanlı olan çalışanlarla donatılmış güvenli bir sistem. Oyun oynayacak, paylaşmayı öğrenecek, kaynaşacak, öz güven kazanacak, eğitim alabilecek bir eğitim sistemi. İnsana öncelik verecek, insan odaklı bir yaklaşımı sahiplenecek, sosyal bir hayat. Bilinç, bakış açısı, anlamaya çalışma, saygı çok önemli.
Herkesin bir gün engelli adayı olacağını unutmamalıdır…