Cep telefonu mu, el telefonu mu? Telefonlar cepte değil ama insanların ellerinden düşmüyor. Telefonlar olmadığı zamanda eskiden iletişim daha yavaştı ama sanki daha düzgündü. İnsanlar birbirine daha saygılıydı. İnsanlar birine mektup yazardı. Kelimeleri seçer, düşünür, özenirdi. Telefon açarken bile iki kere düşünürdü. Şimdi bir mesaj yazmak saniyeler sürüyor. Bir yorum bırakmak bir tuşa basmak kadar kolaylaştı. Ama işte tam da bu kolaylık, nezaketin kapısını sessizce kapattı. İnsanların birbirine olan edep ve saygısını adabını da kapattı…
İnsanlar sosyal medya ve ellerinden düşürmedikleri telefon ekranında başka birine dönüşüyor. Normal hayatta kişilerin yüzüne söylemeyeceği bir sözü sosyal medyada rahatlıkla yazabiliyor. Çünkü orada yüz yok, mimik yok, ses tonu yok. Dolayısıyla vicdan da devre dışı kalıyor. Dijital dünya sanki kişisel sorumlulukları azaltan, insanları saygısızlığa ve yüzsüzlüğe sürükleyen bir alan hâline getirildiğini görüyoruz…
Birine kaba bir yorum yazıyorsun; 10 saniye sonra unutuyorsun.
Bir mesajı görmezden geliyorsun; karşı tarafın nasıl hissettiğini hiç düşünmüyorsun. Bir tartışmada tüm hırçınlığını döküyorsun; çünkü “nasıl olsa ekran var” diyorsun…
Peki, sorun nedir. Deşarj olmanın bir dışa vurması mıdır?
Ekranın arkasında hâlâ bir insan var ama biz bunu unutuyoruz. Hız, iletişimi tüketti. Bir mesajı okurken bile sabırsızlandığımız bir çağdayız. Cevap için zaman ayırmak “zahmet” gibi geliyor. İnsanlar “gördü” yazısını bile ilişkilerin ölçüsü yapmış durumda. Cevap verilmeyince kalp kırılıyor. Yanlış anlamayla ilişkiler kopuyor…
Bir de anonimlik meselesi var. İnsan ismini gizleyince karakterini de gizliyor sanıyor. Oysa hakaret eden kişinin bir adı olmasa bile kelimelerin bir ağırlığı var. Dijitalde edilen bir laftan dolayı üzülen, strese giren, uzun süre kendine gelemeyen insanlar var. Yani sanal olan sadece ekran; duygular tamamen gerçek.
Şimdi bir düşünün…
Bir mesajı iki saniye geç gönderdiniz diye trip atan, DM’ye bakmayınca alınıp küsen, Yorumuna cevap gelmedi diye kırılan kaç kişi tanıyorsunuz?
Bu, dijital çağın yeni iletişim hastalığı: Duygu hızlandırması.
Her şeyin çabuk olmasını istiyoruz; ilgi çabuk, sevgi çabuk, cevap çabuk olsun istiyoruz…
Ama duyguların doğal ritmi böyle değil. Dijital nezaketin zorlaşmasının bir nedeni de şu: İnsanlar kendi duygusal yüklerini çözemediği için ekranda patlıyor. Birine söyleyemediğini sosyal medyada yabancıya söylüyor. Hak ettiği ilgiyi yüz yüze bulamayınca ekrandan bekliyor. Kırgınlıklarını emojiyle ifade edip rahatladığını sanıyor. Aslında dijital nezaket dediğimiz şey çok basit:
- Merhaba demek.
- Gördüm ama meşgulüm diye açıklama yapmak.
- İnsanlara hakaret etmemek.
- Fikri eleştirip kişiye saldırmamak.
- Yanlış anlaşılınca özür dilemek.
- Gereksiz tartışmaya girmemek.
- Mesajı kesip atmak yerine iletişimi tamamlamak.
Bu kadar basit… Ama bir o kadar unutulmuş.
Peki, bunun çözümü için ne yapılmalı?
Teknoloji değil, insanlık. Ekranın soğukluğunu ısıtacak olan bizleriz. Gördüğümüz kelimenin ardında bir insan olduğunu hatırlayacak olan da bizleriz. Kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmamalıyız…
Belki bugün birine biraz daha kibar bir mesaj yazarsınız.
Belki sinirle attığınız bir yorumu göndermeden önce düşünürsünüz.
Belki bir tartışmada geri adım atıp “Bunu konuşmayalım” dersiniz.
Bunların hiçbiri zayıflık değil; aksine güç işaretidir. Dijital nezaket zor değil. Sadece düşünelim…